8 Şubat 2013 Cuma

Emily'nin Hikayesi-2


Gözlerine vuran sabah güneşiyle birlikte uyanmıştı Emily. Yorgun hissediyordu. Fazlasıyla hem de. Kötü bir rüya görmüştü. Rüyasında bir peri ile tanışıyordu ağaçların arasında gezerken. Ve peri onu bir kuyuya götürüyordu. İçinde kendi bedenini gördüğü bir kuyuya… Üstelik rüyada, peri Emily’i kuyuya atıyordu. Emily’nin yaşındaki bir çocuk için çok korkunç bir rüya olduğu kesindi. Gözlerini ovalayarak birazcık oyalandıktan sonra hemen yataktan fırlamış, anne ve babasının odasına doğru koşturuyordu Emily. Sarılmak istiyordu onlara. İkisinin tam arasına yatmak, tıpkı o çok daha küçükken olduğu gibi sarılarak uyumak onlara. Ama annesi bir çocuk düşürdüğünden beri evde o eski mutluluk hakim değildi. Emily’den tam üç yaş küçük olacaktı eğer yaşıyor olsaydı doğmamış kardeşi. Ama Emily bunları düşünerek çok oyalanmadı; kalbi hala küt küt atıyordu.

Anne ve babası gülüşüyordu Emily odaya aniden daldığında. Sadece Emily’e bakmak için boğuşmalarına ara vermişler, sonra da küçük kızlarını da yanlarına alarak kaldıkları yerden devam etmişlerdi. Emily şaşırmıştı. Ama şaşkınlığın yerini mutluluğa bırakması çok da uzun sürmedi. Birkaç neşeli ve hareketli dakikanın ardından üçü o kocaman ve yumuşacık yatakta yatıyordu. “Hadi.” Demişi annesi. “Dışarıda çok güzel bir gün var, bahçede kahvaltı yapmaya ne dersiniz?”. Çok sevineceği söylemişti babası. Emily de destek verdi. Annesi kahvaltı hazırlarken Emily de babasıyla çizgi film izledi televizyonda. Hani şu sabah saatlerinde yayınlanan o eski çizgi filmlerden. Aynı bölümü tekrar tekrar izleyip de sıkılmadıklarınızdan. Ve sonra hep beraber kahvaltıya oturdular.

***

Ormanın derinliklerinde mavi bir peri hızla yol alıyordu daha da derinlere. Acelesi olduğunu düşünürdü eğer biri görmüş olsaydı periyi. Gerçekten de öyleydi belki de. Hangimiz perileri çok iyi anlayabiliyoruz ki zaten? Neyse, peri hızla yol alıyordu. Ve eğer biri onu “yakından” görmüş olsaydı, yüzündeki gülümsemeyi de fark ederdi mutlaka. Tabii bunu görecek kimsecikler yoktu ortalıkta.

 

***

“Eee?” demişti annesi. “Bugün ailecek alışverişe çıkmaya ne dersiniz?”

Neden evde oturup film seyretmediklerine dair bir şeyler homurdanmıştı babası. Çünkü Emily’nin annesi GERÇEKTEN çok şey alırdı.                                       “Heey!” demişti Emily. “Pamuk şeker de alabilir miyiz? Bir sürü ama?” Cevap olarak kocaman kucaklamıştı annesi onu.

“Aaah, kolum!!! Kolumu acıttın anne.” Neden sonra annesi Emily’nin elbisesini sıyırdı ve kolunu gördü. Emily’nin kolu mosmordu. Ezilmişti. Tıpkı biraz sonra fark edecekleri gibi bacakları da. “N’oldu sana böyle?” diye sordu ilgili baba. “Kolunun üzerine mi düştün?”

Emily şaşırmıştı. Korkmuştu. O sadece bir rüyaydı. Kötü bir rüya.

***

Ormanın derinliklerinde ortasında irice bir kayanın yer aldığı bir açıklıkta mavi bir peri, yeşil bir periyle hararetli bir şekilde konuşuyordu. Tabii birileri orda olsaydı, onların konuştuğunu falan anlayamazdı. Vızıltıdan başka hiçbir şey duyamazdı. Aslında birileri, belki de onları hiç görmezdi. Ama eğer birileri onları duymuş olsaydı, duymuş olduğu şeylere yine de pek anlam veremezdi. Çünkü mavi peri yeşil periye şunu söylemişti:

“Küçük kız sorun olmadan geçti.”

Küçük kız sorun olmadan geçmişti. Küçük kız da kimdi? Nereye geçmişti? Bu konuşanlar peri miydi? Periler gerçek miydi? Ya başka neler gerçekti? İşte bunları düşünürdü eğer birileri o iki periyi duymuş olsaydı ve bu yüzden pek de bir şey anlamazdı.

 
Dullahan                           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder