Gözlerine vuran sabah güneşiyle birlikte uyanmıştı Emily.
Yorgun hissediyordu. Fazlasıyla hem de. Kötü bir rüya görmüştü. Rüyasında bir
peri ile tanışıyordu ağaçların arasında gezerken. Ve peri onu bir kuyuya
götürüyordu. İçinde kendi bedenini gördüğü bir kuyuya… Üstelik rüyada, peri
Emily’i kuyuya atıyordu. Emily’nin yaşındaki bir çocuk için çok korkunç bir
rüya olduğu kesindi. Gözlerini ovalayarak birazcık oyalandıktan sonra hemen
yataktan fırlamış, anne ve babasının odasına doğru koşturuyordu Emily. Sarılmak
istiyordu onlara. İkisinin tam arasına yatmak, tıpkı o çok daha küçükken olduğu
gibi sarılarak uyumak onlara. Ama annesi bir çocuk düşürdüğünden beri evde o
eski mutluluk hakim değildi. Emily’den tam üç yaş küçük olacaktı eğer yaşıyor
olsaydı doğmamış kardeşi. Ama Emily bunları düşünerek çok oyalanmadı; kalbi
hala küt küt atıyordu.
Anne ve babası gülüşüyordu Emily odaya aniden daldığında.
Sadece Emily’e bakmak için boğuşmalarına ara vermişler, sonra da küçük
kızlarını da yanlarına alarak kaldıkları yerden devam etmişlerdi. Emily
şaşırmıştı. Ama şaşkınlığın yerini mutluluğa bırakması çok da uzun sürmedi.
Birkaç neşeli ve hareketli dakikanın ardından üçü o kocaman ve yumuşacık
yatakta yatıyordu. “Hadi.” Demişi annesi. “Dışarıda çok güzel bir gün var, bahçede
kahvaltı yapmaya ne dersiniz?”. Çok sevineceği söylemişti babası. Emily de
destek verdi. Annesi kahvaltı hazırlarken Emily de babasıyla çizgi film izledi
televizyonda. Hani şu sabah saatlerinde yayınlanan o eski çizgi filmlerden.
Aynı bölümü tekrar tekrar izleyip de sıkılmadıklarınızdan. Ve sonra hep beraber
kahvaltıya oturdular.
***
Ormanın derinliklerinde mavi bir peri hızla yol alıyordu
daha da derinlere. Acelesi olduğunu düşünürdü eğer biri görmüş olsaydı periyi.
Gerçekten de öyleydi belki de. Hangimiz perileri çok iyi anlayabiliyoruz ki
zaten? Neyse, peri hızla yol alıyordu. Ve eğer biri onu “yakından” görmüş
olsaydı, yüzündeki gülümsemeyi de fark ederdi mutlaka. Tabii bunu görecek
kimsecikler yoktu ortalıkta.
***
“Eee?” demişti annesi. “Bugün
ailecek alışverişe çıkmaya ne dersiniz?”
Neden evde oturup film seyretmediklerine dair bir şeyler
homurdanmıştı babası. Çünkü Emily’nin annesi GERÇEKTEN çok şey alırdı. “Heey!”
demişti Emily. “Pamuk şeker de alabilir miyiz? Bir sürü ama?” Cevap olarak
kocaman kucaklamıştı annesi onu.
“Aaah, kolum!!! Kolumu acıttın anne.” Neden sonra annesi
Emily’nin elbisesini sıyırdı ve kolunu gördü. Emily’nin kolu mosmordu.
Ezilmişti. Tıpkı biraz sonra fark edecekleri gibi bacakları da. “N’oldu sana
böyle?” diye sordu ilgili baba. “Kolunun üzerine mi düştün?”
Emily şaşırmıştı. Korkmuştu. O sadece bir rüyaydı. Kötü bir
rüya.
***
Ormanın derinliklerinde ortasında irice bir kayanın yer
aldığı bir açıklıkta mavi bir peri, yeşil bir periyle hararetli bir şekilde
konuşuyordu. Tabii birileri orda olsaydı, onların konuştuğunu falan anlayamazdı.
Vızıltıdan başka hiçbir şey duyamazdı. Aslında birileri, belki de onları hiç
görmezdi. Ama eğer birileri onları duymuş olsaydı, duymuş olduğu şeylere yine
de pek anlam veremezdi. Çünkü mavi peri yeşil periye şunu söylemişti:
“Küçük kız sorun olmadan geçti.”
Küçük kız sorun olmadan geçmişti. Küçük kız da kimdi? Nereye
geçmişti? Bu konuşanlar peri miydi? Periler gerçek miydi? Ya başka neler
gerçekti? İşte bunları düşünürdü eğer birileri o iki periyi duymuş olsaydı ve
bu yüzden pek de bir şey anlamazdı.